16 Mayıs 2011 Pazartesi

ABDULLAH İBN CAHŞ(r.a.)


İlk defa Emîrül-Mü’minîn denilen kimse
— Şu anda kendisinden söz ettiğimiz sahâbi Rasûiüllah’la (s.a.v.) tam bir akrabalığı olan ve İslâm’da önceliği olan sahâbilerden birisidir.
O, Rasûlüilah’m Es.a.v.) halâ oğludur, çünkü annesi Ümeyme bîntü Abdilmuttalib Peygamber’in (s.a.v.) halası idi.
O, Rasûlüliah’ın (s.a.v.) kayınbiraderidir; çünkü, onun kiz kardeşî  Zeyneb bintü Cahş, Rasûlüliah’ın (s.a.v.) hanımı ve mü’mînlerin anne­lerinden birisiydi.
O, İslâm’da ilk sancak teslim edilen ve bundan sonra da ilk defa «Emîrül-Mü’minîn» (Mü’minlerin başkanı) denilen kişidir.
İşte bu şahıs, Abdullah îbnu Gahş ei-Esedî’dir.
Abdullah İbnu Cahş, Hz, Peygamber (s.a.v.), Erkam’m evine girme­den önce müslüman oldu. O, İslâm’a ilk girenlerdendi.
Rasûiüllah, (s.a.v.) Kureyş’in eziyetlerinden kurtulmaları için as­habının Medine’ye hicret etmelerine izin verince, Abdullah İbnu Cahş muhacirlerin ikincisi olmuştur. Çünkü Ebû Seleme birinci olarak onu geçmiştir.
Allah’a hicret ve onun yolunda ailesini ve yurdunu terketmek Ab­dullah İbnu Cahş için yeni bir durum değildi. Kendisi ve bazı yakınları bundan önce de Habeşistan’a hicret etmişlerdi.
Fakat bu defa onun hicreti, daha anlamlı idi. Onunla birlikte ailesi, yakınları, kız, erkek, yaşlı, genç ve çocuk öbür kardeşleri de hicret ettiler. Onun evi, İslâm’ın evi, onun topluluğu iman topluluğu haline geldi. Onlar Mekke’den çıktıklarında, evleri üzgün ve solgun bir halde görünürdü. Sanki daha önce o evlerde hiç canlı yokmuş ve hiç ses çık­mamış gibi bomboş hale geldi.
Abdullah ve beraberindekilerin hicretinden bir müddet sonra, Kureyş ileri gelenleri, göç eden ve etmeyen müslümanları öğrenmek için, Mekke mahallelerinde dolaşmaya başladılar. İçlerinde Ebû Cehil ve Utbe İbnu Rebia da vardı,
Utbe, Cahş oğullarının, içinde rüzgârların ıslık çalıp kapılarını gı­cırdattığı evlerine baktı ve şöyle dedi :
«— Cahş oğullarının evleri sahiplerine ağlayan ıssız yerler ha­line geldi». Ebû Cehil ona şöyle cevap verdi :
«— Onlar kim oluyor da evleri onların arkasından ağlayacak».
Ebû Cehil, Abdullah İbnu Cahş’ın evine el koydu. Çünkü onun evi, çok bakımlı ve güzel idi. Evi ve eşyaları, babasının malı gibi kul­lanmaya başladı.
Abdullah İbnu Cahş, Ebû Cehil’in evine el koyma olayını duyun­ca, Rasûlüllah’a (s.a.v.) anlattı. Rasûlüllah (s.a.v.) :
«— Abdullah! Allah’ın sana Mekke’deki evine karşılık, Cennet’te bir ev vermesi hoşuna gitmez mi?» buyurdu. Abdullah :
«— Elbette, Allah’ın Rasûlü» diye cevap verdi. Rasûiüllah (s.a.v) :
«— İşte, bu senin için vardır», dedi.
Abdullah’ın içi rahatlayıp neşesi yerine geldi.
Abdullah İbnu Cahş, birinci ve ikinci hicretindeki sıkıntı ara da­yandıktan sonra, Medine’ye yerleşmek üzereyken, Kureyş’in eziyetle­rini gördükten sonra, Ensar’ın himayesinde rahatın tadını çıkarmaya başlarken, Allah’ın takdiriyle, hayatında tanıdığı en ağır imtihana he­def oldu ve müslüman olduğundan beri karşılaştığı en sert tecrübeye çattı.
Şimdi bu sert ve acı tecrübenin hikâyesine kulak verelim
Rasûlüllah (s.a.v.), İslâm’da ilk askerî hareketi yapmak için as­habından 8 kişiyi seçti. Bunların içinde Abdullah İbnu Cahş ve Sa’d İbnu Ebî Vakkas da vardı. Rasûiüllah (s.a.v.) dedi ki :
«— Açlığa ve susuzluğa en dayanıklı olanınızı size emir (başkan) yapıyorum. Abdullah İbnu Cahş’a sancağı verip onu emir yaptı. Böylece Abdullah bir mü’minler topluluğuna erair tayin edilen ilk kişi oldu.
Rasûlüllah (s.a.v.) Abdullah İbnu Cahş’ın gideceği yönü açıkladı. Ona bir mektup verdi. Yalnız mektuba iki gün sonra bakmasını emretti
Yola çıktıktan iki gün sonra, Abdullah mektuba baktı. Şöyle yazı­yordu  :
«Bu mektubuma baktığında, Taif’le Mekke arasındaki “Nahle”ye ulaşıncaya kadar yürü. Orada Kureyş’i gözetle ve bize onlar hakkında bilgi toplayıp getir…»
Abdullah mektubu okuyunca  :
«— Rasûlüllah (s.a.v.) ne derse yaparım», dedi. Arkadaşlarına da :
«— Rasûlüllah (s.a.v.) bana, Kureyş’î gözetlemek için Nahie’ye gitmemi ve bilgi toplamamı, sizin hiçbirinizi benimle gitmeye zorlamamamı emretti . Kim şehîd olmak istiyorsa, benimle gelsin. Kim istemi­yorsa geri dönsün. Bu yüzden kınanmıyacaktır ». dedi . Arkadaşları  :
«— Baş üstüne, Allah’ın Peygamberî’nin, senin gitmeni istediği yere biz de gideriz», dediler.
Yola koyuldular ve Nahie’ye vardılar. Kureyş’in hareketlerini gö­zetlemek için yollarda dolaşmaya başladılar.
Bu şekilde dolaşırken uzaktan bir Kureyş kafilesi gördüler. Kafi­lede dört kişi vardı. Bunlar; Amr Îbnu’l-Hadramî, Hakem İbnü Keysan, Osman İbnu Abdillah ve kardeşi Muğîre idi. Yanlarında, deri, kuru üzüm ve buna benzer, Kureyş’in alıp-sattığı ticaret malları vardı.
Bu sırada sahabîler, ne yapmaları gerektiğini, aralarında tartış­maya başladılar. O gün haram ayının son günüydü. Dediler ki :
«Eğer onları öldürürsek, haram ayda kan dökmüş oluruz. O zaman da, bu ayın haramlığını bozmuş ve bütün Arapları kızdırmış oluruz…
Onlara biraz süre tanisak, bugün geçer ama onlar da Mekke’ye ulaşmış ve bizden kurtulmuş olurlar».
Görüşme sonunda; onlara saldırıp, öldürmek ve ellerindeki mallan da ganimet olarak almaya karar verdiler… Birkaç dakika içinde, birini öldürdüler, ikisini esir ettiler, dördüncüsü de ellerinden kaçıp kurtuldu.
Abdullah İbnu Cahş ve arkadaşları, esirleri ve kervandaki malları Medine’ye götürdüler. Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yanına gelip durumu ona anlattılar. Rasûlüllah (s.a.v.) yapılanları son derece çirkin gördü ve on­lara :
«— Ben sizin öldürmemenizi söylemiştim. Kureyş’le ilgili bazı bil­giler toplamanızı ve onların hareketlerini gözetlemenizi emretmiştim» dedi.
Haklarında karar verinceye kadar esirleri bekletti…
Kervan mallarını da almadı.
Abdullah İbnu Cahş ve arkadaşları çok pişman oldular.
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) emrine karşı gelmekle perişan olduklarını anladılar.
Müslüman kardeşlerinin, onları çok ayıplamaları ve onlara her rastladıklarında; Allah’ın Rasûlü’nün emrine karşı geldiler», diyerek yanlarından uzaklaşmaları sıkıntılarını daha da artırdı.
Hele, Kureyş’in bu olaydan dolayı, Rasûlüllah’a (s.a.v.) sövmek ve onu kabileler arasında teşhir etmek için bir bahane bulunduğunu öğ­rendiklerinde, sıkıntıları son derece arttı. Kureyş, Rasûlüllah’ı (s.a.v.) şöyle diyerek teşhir ediyordu :
«Muhammed, haram ayı helâl kıldı. Haram ayda kan döküp ganimet aldı ve insanları esir etti…»
Artık Abdullah İbnu Cahş ve arkadaşlarındaki üzüntünün ve zor duruma düşürdükleri için Rasûlüllah’tan (s.a.v.) utancın sınırını hiç sorma.
Üzüntü ve sıkıntılarının çok arttığı bir sırada, birisi onlara Allah’ın onların yaptıklarından hoşnut olduğunu ve bu konuda Peygamberine âyet indirdiğini müjdeledi…
Şimdi de onların sevinçlerinin sınırını hiç sorma.
Halk, onları kucaklıyor, tebrik ediyor ve inen âyeti okuyorlardı.
Bu konuda, Rasûlüllah’a (s.a.v.) şu âyet inmişti :
«(Ey Muhammedi) Sana haram ayı, o aydaki, savaşı sorarlar. De ki : «0 ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek; Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkar­mak Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmek­ten daha büyük suçtur» [2][2]
Bu âyet inince, Rasülüllah’ın (s.a.v.) içi rahatladı. Kervan mallarını ganimet olarak kabul etti. Esir alınan iki kişiyi, fidye karşılığında ser­best bıraktı. Abdullah İbnu Cahş ve arkadaşlarının yaptığından hoşnut oldu. Çünkü onların bu savaşları, müslümanların hayatında büyük bir olay idi. Onların aldığı ganimet, i!k ganimettir. Onların öldürdükleri şahıs, Müslümanların kanını akıttıkları bir müşriktir. Aldıkları esirler ise, müslümanların eline düşen ilk esirlerdir. Onların sancakları, Rasûlüllah’ın (s.a.v,) eliyle teslim ettiği ilk sancaktır. Emirleri Abdullah İbnu Cahş, ilk emîrül-mü’mînin denilen kişidir.
Bir müddet sonra Bedir Savaşı oldu. Abdullah İbnu Cahş kahra­manca bir dövüş çıkardı.”
Daha sonra Uhud savaşı oldu. Abdullah İbnu Cahş ve arkadaşı Sa’d İbnu Ebî Vakkas’ın o savaşta da unutulmayan bir hikâyesi vardır.
Bize kendisinin ve arkadaşının hikâyesini anlatması için sözü Sad’a bırakalım.
Sa’d İbnu Ebî Vakkas anlatmaktadır :
«Uhud savaşında Abdullah İbnu Cahş’la karşılaştım. Bana dedi ki :
«— Allah’a dua etmiyor musun?»
«— Evet, edeyim», dedim.
Bir köşeye çekildik ben şöyle duâ ettim :
«— Allah’ın! Ben düşmanla karşılaştığımda, benim karşıma güçlü kuvvetli birini çıkar. Onunla çarpışalım. Onu yenip ganimetini alayım».
Abdullah İbnu Cahş benim bu duama “âmin”, dedi. Sonra kendisi duâ etti:
«— Allah’ım! Beni güçlü, kuvvetli, iyi döğüşen bir adamla karşı­laştır. Senin yolunda onunla döğüşeyim, o da benimle Söğüşsün. Sonra beni yensin, burnumu ve kulağımı kessin. Yarın sana kavuştuğum da, Sen bana :
«— Burnun ve kulağın niçin kesildi?» dediğinde, ben :
«— Senin ve Peygamberin için», diyeyim. Sen de bana :
«— Doğru söyledin…» diyesin.
Sa’d İbnu Ebî Vakkas anlatmaya devam etmektedir :
Abdullah İbnu Cahş’m duası benim duamdan daha iyi çıktı. Akşama doğru onu şehîd edilmiş ve organları kesilmiş bir halde gördüm Burnu ve kulağı iple bir ağaca asılmıştı».
Allah onun duasını kabul etmişti. Dayısı şehîdlerin efendisi, Hiza ibnu Abdİlmuttalib’e ikram ettiği şehîdliği ona da ikram etti.
Peygamberin (s.a.v.) gözyaşları şehîdlik kokan topraklarına dökülerek Hamza ile onu aynı yere defnetti.[3][3]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder